Dinin hayatımızı etkisi tartışılmayacak kadar yüksektir. Bu etki bazıları için inandığı dinin etkisi bazıları için yaşadığı dinin etkisidir oysa. "İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız." sözünde vecizane geçtiği gibi.
Bahsedeceklerim; olaylardaki yargılama gücümüzü vicdana ve mantığa çekmek adına olacaktır. Zira olması gereken hakikatte budur. Farklı dillerin buluşması gerektiği bir alanda mantık ve vicdan da dil olarak zihinlerimizi birleştirir.
Temelden başlayacak olursak insan bir irade makinesi gibi yaşadığı süreç boyu verdiği kararların inşasıyla hayatını şekillendirir. Bu iradenin getirdiği 'kararları' belirli nedenlere dayandırır. Dayandırmadan "öylesine bunu tercih ettim." düşüncesi bile bir neden 'kararı' olarak iradeyi yönlendirir. O yüzden insan her zaman iyi veya kötü nedenlerle kararlarını verir ve uygulamaya koyulur. Çoğu zaman bu kararların arka nedeni olarak öğrendiği dini bilgiler yatmamaktır, kendince. Oysa bu kararların nedenlerini insan kullanmaz yada kullandığını zanneder. İşte bu zan temelinde dini emirle çelişir lakin kişi için çelişmeyen bir yapıdadır. Kendince bu çelişmezliğin yolunu kurmuş ve kendine bunu kabul ettirmiştir. O yüzden normal bir dini karardan verilen kararın, verdiği karardan farkının olmadığını düşünür. İşte burası bizim üstünde durmak istediğimiz konu; neden insan, 'dini' bu anlamda sığlaştırıp, emrolunduğu gibi olma gayreti yerine olduğu gibi emrolunmuş tavrına girer? Yani verdiği kararı neden kendince boyayıp kullanmaya başlar?
Bunun temelinde bilgi edinme sorunundan öte bilgiye karşı tavrımız yatmakta şüphesiz. Bu da yaşadığımız yüzyılın her şeyin kısaltıcı, yozlaştırıcı ve görünüşte kolaylaştırıcı etkisinin altında kabul edişinin büyük bir payı var. Mesela fast-food olarak adlandırdığımız yiyeceklerin tüketime girmesi bunun sembolik bir göstergesidir. Bu tarz yiyecekler insana görünüşte fayda sağlayıcı etkileri olduğunu iddia eder; zaman tasarrufu, tad olarak daha zevkli vesair. Bu zahiri faydanın temel bir faydaya dönüşmediğini de itiraf ederiz çok geçmeden, kısa planda ne kadar faydalıysa uzun planda sağlık açısından o kadar zararlıdır ve diğer klasik gıdalara göre tercih edilmemelidir. Aynı bu algıyı diğer eşyalarda da yansıtıldığını görüyoruz. Daha önce kitaplar hakkında bahsettiğimiz gibi. Şimdi de bu algının din üzerine geçtiği, insanların bu algıyla dine yanaşıp sağlıklı bir yorumdan öte, 'görünüşte faydalı' bir yorumu tercih ettiği hatta bunun için mücadele ettiğini görüyoruz.
Kısaca bu algının mahsülü olan 'zihinler' anlamak ve uygulamak için dine yaklaşmaktan ziyade anladığını ve uyguladığını dine adapte etmekten öteye geçmiyor.
Yüzyıllarca insanın hayatına ışık tutmuş bir yaşam metodunu kabullenmek yerine eskilerin hatalarını ispatlama ve kendi yeniliğini damgalatmak adına dini ele alıyor. Başta kaybeden bu bakış açısı; dine göre hayat yerine hayata göre dine dönüşünce; yerine oturacağını, hakikate yanaşacağını kim iddia edebilir? İman edilmeden yaklaşılan bu Kur'an yorumu, olayları Kur'an'a göre nasıl ele alacaktır?
Buna bir de kişinin 'varoluşsal eksikliği ve kısırlığı' eklenince, bu eksikliğini itiraf edip tamamlama gayretine girmek yerine bu eksikliği bir tamlık olarak yansıtmaya çalışınca... Bu eksikliğine tevazuyla yeni bilgiler veyahut bilenler katmak gerekirken, bu bilgilerle veya bilenlerle savaşmak niye?
Kısaca kişinin sadece Kur'an'a yanaşıp, kendince yorumlar çıkarmasını cesaret veya hakikat emaresi olması yerine gurur ve insaftan uzak bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Bizlerin tekniken hayatımızı kolaylaştırıyor oluşumuz dininde değişeceği bir teknik olduğu anlamına gelmiyor. Din, zaten varoluşsak olarak tabiri caizse bu teknik kolaylığı üst seviyesinde inmiş ve rehberlik etmektedir. Bunu zorlaştıran, kolaylaştırdığını sanarak yaklaşan bizleriz. Yetersizlikle yapılacak bir adım, malasef bizi zorlaştırılma bataklığının içine itiyor.
Bunu anlatarak; "emredilen neyse onu tereddütsüz yapacaksın başka bir şey düşünmeyeceksin!" manasında bir anlam ortaya çıkabilir bu da işin ifrat düzeyi olacaktır. Vasata çekme adına şöyle düşünebiliriz: Böyle durumlar karşısında 'binlerce dini emrolunduğu gibi yaşayanların' açıkladıkları 'emredilen şeyin hikmeti' üzerine çabaları ve ifadeleri bu durumun en açıklayacı yolu olduğunu göstermektedir. Adeta bize bu yolun düsturlarını inşa etmektedirler.
Velhasıl üzerimize vazife olacak ilim yolculuğumuzu tedricen yaşam süresi boyunca devam ettirmeli ve eksikliği tamlama yerine eksiliği azaltma güdüsüyle davranmalı. Zira bilmekten daha önemli bir şey varsa bilmediğinin sınırlarını bilebilmek. Ve hayattan öğrendiğimiz kolaycı bakış açısının ve aklımızın zihni tembelliği seviyesinin de üzerine giderek, yaşayabilmek.
İnsan tüm bu yazılanları ve yaşananları düşüdükten sonra ihtiyarlatan şeyin hissine nasıl da ortak oluyor. Dosdoğru ihtiyarlamak duasıyla...
Hud 113: "Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol!". Resûlullah aleyhissalatu vesselam kendisine uygulanması bundan daha zor gelen bir âyet inmediğine işaret etmek üzere, “Hûd sûresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı” buyurmuştur. Sûrenin nesinin kendisini ihtiyarlattığı sorulduğunda, “Sana emredildiği gibi dosdoğru ol!” meâlindeki âyetin kendisini ihtiyarlattığını söylemiştir.
Allah razı olsun Müslümanın Müslümanım diyenlerde anlayamadığı hallerin sebeplerine işaret eden neticede de dosdoğru olmaklığın zorluğunu hatırlatarak, bahsedilen sebeplere bir yenisini de ekleyerek tamamlanan güzel bir yazı olmuş. Yüreğinize sağlık
YanıtlaSilamin, cümlemizden.
Sil