Ana içeriğe atla

Cehalet

Sadece bir iyi vardır; bilgi.

Sadece bir kötü vardır; cehalet.

Sokrates 

1. Cehlin Tarifi ve Kısımları

Cehl, ilmin* tersidir. Cehl "bilmemek, bilgi ve görgüden yoksun olmak" anlamında bir masdar(fiilin çıktığı yer) olup isim olarak da kullanılır. Kur'an'ı Kerim'de dört ayette cehalet şeklinde, yirmi ayette de aynı kökten gelen muhtelif isim ve filler şeklinde geçmektedir.

*Sözlükte “bilmek” anlamına gelen ilim (ilm) genellikle “bilgi” ve “bilim” karşılığında kullanılır.

Mantıkçılar, bilmek yahut bilme kabiliyeti varken bir şeyi bilmemeye cehl demektedirler. Bu sebeple camid şeylere cahil denmez. Aynı şekilde görme kabiliyeti olmayan şeye a'ma denmez. Taş gibi. Buna görme melekesi yok denilir. İlim veya görme kabiliyeti olana da ilim yahut görme melekesi var denilir.

Cehalet(ignorance) iki kısımdır:

Birincisi, cehl-i basittir ki, insanın bir şeyi bilmemesi ve bilmediğinin de farkında olması demektir.

İkincisi, cehl-i mürekkebdir ki, bir insanın hem birşeyi bilmemesi ve hem de bilmediğini bilmemesi ma'nasını ifade eder.

2 "İnsanların arza âit malûmat ve müsellemât-ı bedihiyatları, ülfete mebnîdir. Ülfet ise, cehl-i mürekkep üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa, zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur'ân, âyetleriyle insanların nazarını melûfatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler, atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havâriku'l-âdât mu'cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir."

3 "Efkar-ı hazırada cehl-i basiti cehl-i mürekkebe kalbeden en mühim sebeb; meçhul bir şeye parlak bir isim takmakla anladım zannetmek ve meçhul şeyleri ona irca' ile, izah ettim zannetmektir."

"Cehl-i mürekkebi intac eden, nazar-ı sathiyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar etsen ve akla karşı sedd-i turuk eden evhamın aşiyanı olan mümaresat-ı elzemiyattan nefisini tahliye etsen; hurdebini bir hayvanın sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlahiyenin şuursuz, mecra ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkanatında evleviyet olmayan esbab-ı basita-i camide-i tabiiyeden husul-pezir ve o destgahın masnuu olduğunu kendi nefsini kandırıp mutmain ve ikna edemiyorsun."

"Kıyas-ı mürekkeb ve müteşaab sırrıyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiisine işaret eder. Mesela alem güzeldir. Demek Sanii, hakimdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidadatı mühmel bırakmaz. Demek intizamı daima tekmil edecek. Cigerşikaf ve tahammülsüz ve emel öldürücü bütün kemalatı zir ü zeber eden hicran-ı ebedi olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktır. Üçüncü Makale'nin ikinci şehadetinin mukaddemesinde nübüvvet-i mutlakanın mebhasinde insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı, buna iyi bir misaldir."

Ayrıca cehaletin iki çeşidi daha vardır: 

Birincisi, vehimdir (illusion) ki, sözlükte "kuruntu, zan, tahmin; içe doğan şey" anlamındaki vehm (çoğulu evham) bilgi değeri açısından "iki hükümden tercihe uzak ve iki kanaatin daha zayıf olanı, gelecekle ilgili zan, tahmin ve hayal" manasında kullanılır. Bazan iki hükümden doğruya yakın olanı için zan, uzak olanı için vehim denilir. Aynı kökten türeyen tevehhüm ise "bir şeyin varlığı hakkında tereddüt etme" anlamına gelir.

6 "İslam düşüncesi tarihinde ilk defa Yakub b. İshak el-Kindi vehmi bir felsefe terimi olarak "zihnin bir şey hakkında kabul veya redde karar vermeme durumu" diye tanımlamıştır. Farabi'ye nispet edilen el-Fusus'ta (s. 12) vehmin tasarlama ile (musavvire) hafıza güçleri arasında bulunduğu, bunun duyu  tecrübesi yaşanmadan meydana gelen bir algı (içgüdü) olduğu, musavvire ve hafızadaki duyu izlenimlerini ruh ve aklın desteğiyle kullanan melekeye "müfekkire", vehmin desteğiyle kullanılan melekeye de"mütehayyile" denildiği belirtilir."

Kısaca, hükümlerde, iki taraftan biri tercih edilmekle birlikte diğer taraf tamamen terkedilmezse, tercih edilen tarafa zan, zayıf tarafa vehim adı verilir. Zihin zayıf tarafı terkederse tercih edilen taraf "zaann-ı galib" adını alır. Zan ve vehim daima birbirlerinin aksidirler. 

İkincisi ise, şekk (doubt)'dir ki, şübhe ile aynı manayı ifade eder. Sözlükte "benzemek ve işkillenmek" anlamındaki bu kelimeler ıstılahda farklı manalar taşırlar. Kelime dini literatürde özellikle fıkıh ve fıkıh usulünde şer'i bir hüküm, konu veya durumla ilgili kesin bilgi ve kanaate varamamaktan doğan tereddüt ve kararsızlığı ifade eder. Mantıkçılara göre ise, hükümlerde, iki taraftan biri tercih edilemiyor ve iki taraf da birbirine eşit ise ona şekk diyoruz.

 "Bazı hassas ve safi-kalb insanlara tahayyül-ü küfriyi tasdik-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalaleti, dalaletin tasdiki suretinde gösteriyor. Ve mukaddes zatlar ve münezzeh şeyler hakkında gayet çirkin hatıralar hayaline gösteriyor. Ve imkan-ı zatiyi, imkan-ı akli şeklinde gösterip imandaki yakinine münafi bir şekk tarzını veriyor. Ve o vakit o biçare hassas adam, kendini dalalet ve küfür içine düştüğünü tevehhüm edip imandaki yakininin zail olduğunu zanneder, ye'se düşer, o ye'sle şeytana maskara olur. Şeytan hem ye'sini, hem o zaif damarını, hem o iltibasını çok işlettirir, ya divane olur yahud "herçi bad abad" der, dalalete gider."

8 "İşte Kur'an-ı Hakim'in küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki; hayat-ı dünyeviyeyi onlara Cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şekk vererek, şekk ile yaşıyorlar. Yoksa ahiret cehennemini andıracak bu dünyada dahi manevi bir cehennem azabı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı." 

9 "... imkan-ı vehmi, esassız olan ırk-ı taklidden tevellüd ile safsatayı tevlid ettiğinden, delilsiz olarak herbiri bedihiyatta bir "belki", bir "ihtimal", bir "şekk"e yol açar. Bu imkan-ı vehmi, galiben muhakemesizlikten, kalbin za'f-ı a'sabından ve aklın sinir hastalığından ve mevzu ve mahmülün adem-i tasavvurundan ileri gelir. Halbuki imkan-ı akli ise: Vacib ve mümteni olmayan bir maddede, vücud ve ademe bir delil-i katiyye dest-res olmayan bir emirde tereddüd etmektir. Eğer delilden neş'et etmiş ise makbuldür. Yoksa muteber değildir."

 

1. Risale-i Nur Külliyatından Misallerle Mantık Münazara ve Cedel İlimleri

2.Mesnevi-i Nuriye sh.197

3.İsmail Gelenbevi, El-Burhan fil-Mantık, sh.50; Sünuhat-Tuluat-İşarat sh. 119

4.Muhakemat sh. 121-122

5.Muhakemat sh.205

6.Ali Durusoy, Vehim, DİA İstanbul 2012 c.42 sh.615-616

7.Lemalar sh.74

8.Lemalar sh.80

9.Muhakemat sh.76

Ek:

"Yalnız bir isim takmak, müsemmayı bilmek yerine bazen ikame ediliyor

İşte bir nur-i muzlim zulmet-i münevvere.. efkar-ı hazırada cehl-i basiti yapar cehl-i mürekkebe kalb, en mühim de bir sebebi,

Meçhul bir şeye parlak bir ismi takar, bu meçhul hakikati bununla bildim zanneder. Sair meçhul şeyleri ona da irca edip izah ettim zanneder.

Halbuki tarif, izah; ya had, ya resm iledir. Yoksa bir ism-i camid ki vazıı cahildir. bir vechi dahi cazib.

Müsemmaya mümas vechi kara, müzlimdir; göze çarpan vechi parlak, şeffafdır. O isimle ne tarif olur. Ne de izaha calib.

Belki zihni aldatır mesela cazibe-i umumi, kuvve-i mıknatısı, elektrik kuvveti, telepati, hem ihtizaz, hem manyetizma gibi esami-i cezb ve celb."

Lemaat Asar-ı Bediiye sh.587

"İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı."

Hz. Ali


Cehalet korkuya, 

Korku nefrete, 

Nefret şiddete götürür.

İbn-i Rüşd


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ahlâk-i Adudiyye Şerhi - Taşköprülüzade Ahmed Efendi - Kitap Haritası

 

Kesinlikle Üzerine - Kitap Tahlili

 

Tanrı Var Mı - W. David Back / Kitap Haritası