Öncelikle bir ayeti inceleyerek başlayalım; Zariyat Suresi 47. Ayet: وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ
“Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn(mûsiûne).”
“Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.”
Bu ayetin bilimsel bir mucize olduğunu iddia eden Müslümanlar diyor ki: Evrenin daha önce sınırlı yada sonsuz modeli tartışılırken Kur’an tüm bunlardan ayrı her an büyümeye veya genişlemeye devam eden dinamik evren modeli yorumu getirmiştir. Edwin Hubble 1929’da yaptığı gözlemler sonucunda, istisnasız her yöndeki gök cisimlerinin Dünya’dan uzaklaştığını ve Dünya’ya olan mesafeleri arttıkça uzaklaşma hızının arttığını, bu suretle Evren’in genişlediğini açıklamıştır.
Ve Kuran bu bilgiyi bizlere 1400 yıl önce verdiği için de bunun bu kadar yıl önce bilinmesi imkânsızdır. Bu bir mucizedir. Allah bize kendisinin varlığını ve bu kâinatı yarattığını akıllarımıza bu yolla göstermektedir.
Gerçekten de Kur’an’da bu mucizeden mi bahsediyor yoksa biz kelimeleri değiştirerek bu mucizeye sahip mi çıkıyoruz? Şimdi iddiacının yöntemini uygulayarak ayette geçen kelimelerin tek başlarına anlamlarına bakalım. En basitinden google çeviri de dahi genişletmek anlamını görebiliyoruz. Ama tek anlam olarak değil ve ikinci ve üçüncü anlamı olduğunu da öğreniyoruz. Bu ibarenin diğer tefsirlerde farklı olmasının sebebi ise, tercüme edenin kişisel tercihi ve zamanın bu konu hakkındaki ürettiği bilgiden kaynaklıdır. Yoksa bu kelimenin şuan üretilmiş bir anlamının kullanılmasından kaynaklı değildir. Eskiden de aynı anlamı vardı sadece tercüme eden kişi bu anlamla yazmayı tercih etmedi.
Aslında bu olay ilk bakışta Kur’an’ın evrenselliğini çürüten bir etken olarak gözükse de geniş bir açıdan baktığımızda kelime seçimi anlamında bile her döneme özel olarak hitap ettiğini gösteriyor. Gerçekten de “Zaman ihtiyarlandıkça Kur'ân gençleşiyor, rumuzu, tavazzuh ediyor(işaret ettiği şeylerin açıkca ortaya çıkıyor). Buna ise “Zamanın tefsir etmesi” diyoruz. Zariyat 47. ayette zamanın tefsir etmesi, diğer bir çok bilimsel ayette ki gibi örnek oluyor. Şunu da ek bilgi olarak vermekte fayda var; eski dönemlerde, yani evrenin genişlediği keşfedilmeden önce genişlediği hakkında çeviren alimler de mevcuttur. Tabiin neslinden itibaren (hicri: 30-180) bu ayete genişletme anlamı her zaman verilmiştir. İbn-i Zeyd, Zeccac, İbn-i kesir, Fahreddin Razi, Ebussuud Efendi, Mukatil B.Süleyman, El-Firuzabadi, El-Taberani ve İbn Cerir Taberi bunlardan sadece bazılarıdır. Bütün bu müfessirler ve daha bahsetmediğimiz birçoğu ayete göğün genişlediği anlamını vermişlerdir.
Şimdi meal farklılığı meselesini biraz daha genel olarak ele alırsak diyebiliriz ki; Dünyada bir çok dil vardır ve kimi diller diğerlerinden zengindir. Dil zenginliğinden kasıt kelime adedi veya kelimenin sahip olduğu anlam adedidir. Arapça da zengin bir dildir. Buna kendi dilimizden örnek verelim. Tdk’ya göre anlam bakımından en zengin Türkçe kelime; “çıkmak”tır ve tam 56 tane farklı anlama gelebilmektedir. Bu anlamları ise cümlede oluşacak bağlama bağlı olarak anlam veriyoruz. Örnek verecek olursak; "Yeni evimizden çıkıp eski evimize taşındık." "Bu kumaştan bir palto çıkar mı?", “Dörtten iki çıkarsa iki kalır” cümlelerini örnek verebiliriz. Ama bağlamından anlaşılmayacak olursa sırasıyla; paragrafın tamamına veya cümlenin yer aldığı bölüme, gramer gibi dilin anlamlarına uymak şartıyla kelimenin anlamlarından birini seçeriz.
Bazı yazar ve senaristler eserlerinin, daha fazla insana ulaşması için esnek dil şartlarıyla esneterek yaparlar. Esnek dille genelde her okur veya seyirci farklı yorumlaması hedeflenir. Herkes farklı yorumlayacağı için o eser daha büyük bir kitleye hitap edebilir. Kur’an’ın bazı ayetleri de bu duruma benzerdir.
Burayı anladıysak aklımıza şöyle bir soru gelebilir. İlahi olduğu iddia edilen bir kitabın neden kelimeleri birden fazla anlama geliyor? Aslında böyle bir eserde de tam olarak bu beklenir. Çünkü herhangi bir eserin zamana dayanıklı olması için ya sürekli güncellenmesi gerekir, ya da gelecek öngürelerek belli bir nesnellikte olması gerekir. Yukarıda bahsettiğimiz Zariyat 47 ayeti buna örnek olarak verebiliriz. Şimdi diğer bir ayetten yola çıkarak anladıklarımızı iyice pekiştirelim; Fussilet suresi 10 ve 11 . ayet; O, yeryüzüne sağlam dağlar yerleştirdi. Orayı bereketli kıldı ve orada dört dönemde dileyenler için eşit şekilde rızıklar takdir etti. Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek gelin! dedi. İkisi de ‘İsteyerek geldik’ dediler.”
Burada ele aldığımız ve tercih olarak farklı çevrilen kelime “sümme” dir. 41 mealci arasından sadece 4 kişi tam koşullar ve şartlara uygun çevirmiştir. Buradaki koşullar yukarıda bahsettiğimiz; dil bilgisi kuralları, bağlama göre anlam verme ve zamanın tefsir etmesidir. Yoksa suistimal edilmiş bir hata söz konusudur demiyoruz.
Kelimenin anlamı “moreover” “furthermore” “dahası” “ayrıca” “bundan başka” ve “ayriyeten” ifade ederken. Sümme kelimesinin “sonradan” ve “başka” anlamı da vardır. Hemde yüzyıllar önce 1290 yılında yazılan Lisanü’l Arab İbni Manzur sözlüğünde bu anlam mevcuttur. Buradaki zamanın tefsir ettiği nokta ise Dünya’nın sonradan oluşmasıdır. Bu bilgi yakın zamanda öğrendiğimiz bir bilgidir.
Bugün 37 mealcinin uygun olarak çeviremediği kelimeyi 700 yıl önce Kadı Beydavi doğru yorumlamıştır. Kadı Beydavi tefsiri Fussilet suresi 11. ayeti; “Açıktır ki burada ‘sümme’ iki yaratılış arasındaki farkı bildirmek içindir, zaman farkını ifade etmek için değildir.” Yine de Beydavi bunu geçmiş yıllarda söylemese bile bu bizim için sorun değildir çünkü bazı kelimelerin birden fazla anlama olan gelmesi yani özgür anlam seçeneği o zamanda da söz konusuydu. O zaman yaşamış insanlar bunu kendi bilgilerine göre anlamlandırıyorlardı. Peki o zaman kelimenin neden o anlamı? Kur’an’da haşa hep kurtaracak 2. veya 3. anlamı nasıl oluyor?
Burada şunu anlamalıyız; her kelimenin sınırsız anlamı yok. Bazı kelimelerin iki veya ikiden fazla anlamı olabiliyor. Bahsettiğimiz “sümme” kelimesi sonra anlamına gelirken “sonra” anlamına gelen başka Arapça sözcüklerde var. Ama “sümme” kelimesi tercih edilmiş. Farklı bir şekilde “Sonra” anlamına sahip olup da “bundan başka” anlamına sahip olmayan bir kelime geçseydi. Biz çeviri yanlış, aslında kelimenin anlamı şu diyemezdik. Ve inanmayanlar eleştirisinde haklı olurdu. Ama görüyoruz ki böyle bir şeyde söz konusu değil. Bu yüzden eleştirenler Arapçaya dayalı cevapları itibarsızlaştırmak yerine dil bilimine uygun bir açıklama getirmelidirler.
Zira felsefede iyi niyet diye bir prensip vardır. Bu prensibe göre bir kişi bir konuyu tartışırken o konuyu savunan en tutarlı, en güçlü veya en iyi açıklamaya başvurmalıdır. Eğer gerçeği öğrenmek istiyorsak bu metodolojiye başvurmalıyız. Bu yüzden Kur’an eleştirmesi yapacak biri, doğru anlamı var mı acaba diye bakmalıdır. Ön yargılı ilerlemesi yanlıştır. Çünkü Kur'ân'a kelâm-ı beşer diye bakmak (yani yanlışı bulma odaklı bakmak) ve öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi (karşıt görüşü) esas tutmaktır. Bâtılı iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki bâtıla tarafgirliktir. Daha araştırmadan kaybetmektir ki malasef buradan da doğru bir sonuca erişilmez. Şunu da unutmamak gerekiyor; Kur’an hata içerseydi bile bu kelimelerin birden fazla anlamı sayesinde kurtulamazdı. İlla ki bir yerde hatası ortaya çıkardı. Ama hem çağımızın hemde 1400 yılın dil bilimcileri; Müslüman olsun veya olmasın hem fikirdiler ki; Kur’an dilbilimsel açıdan muaazzam bir eserdir.
“İlk prensip, kendinizi kandırmamanızdır ve siz kandırabileceğiniz en kolay kişisinizdir.”
Richard Feynman
Yorumlar
Yorum Gönder