Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İçimizdeki Susuzluğun Farkında Mıyız?

Hadi bugünde lanetler savur kendinden hariç ne varsa. Adalete, insanlara, dünyaya, kadere... İyi bir şeyler yapmaktan kastın bu mu artık? Dile pelesenk olmuş kuru gürültü üretip bir sorunu çözememek mi? Tüm kanunları uygulasak, tüm dünyaya güvenlik kameraları taksak, yunan filozoflarının ve roma hukukunun getirdiği düşüncelerle; bir adım öteye gidemeyiz, gidemedik, gidemiyorlar da. Ee napalım? Tüm erkekleri hapishanelere tıkıp sadece kadınlar yaşasa şu dünyada; zihniyet değişmedikten sonra kadın kadının boğazını kesip, yakar. İslamı çağdışı gören insanlık, imanı basit bir dil kıpırdatması gören müslümanlık. Kadını mücevherlerle öldürür. Hemde İsviçre'nin dağlarında, haberimiz bile olmaz. Bizim kavgamız ne hökümetle ne de yan gomşuyla. Gendimizden başka düşmanımız yok. Valla bak! Mevlâna dünyayı değil kendini değiştirdi, sonra dünyayı değiştirdi. Yunus canlarını kaybetti ama sadece odun taşıyarak yüzlerce yıla hükmetti. Demek marifet ne kanunda ne de teknolojide, ey insan!  "Mu

Dolmuşla Dolmayan Zihin

  Dün dolmuşla bir yere gitmek üzere kalkış yerinden biniş yaptım. İlerlemeyle dolmuş koltukları ve ayakta kalınması gereken yerler dolmaya başladı. Hatta kapasitenin bir kişi üstüne çıkmışken cengaver bir abi ''kaptan yeterince dolu olmadı mı" deyiverdi. Sen misin itiraz eden, kaptan hemen ipi sapa gelmez nedenlerle kendini savundu. Bir iki dakikalık gerginliğin ardından yolculardan biri fazladan binen olarak heralde, nasıl bir paradoks yaşamışsa bizim sağlığımızı savunan adama sen haksızsın der gibi itiraz etti. Neyse ki bu uzun sürmeden kırmızı ışığın bizi alıkoymasıyla yüksek sesli bir araba, kışın soğunda camları açmış. Tek başına yanımıza yanaşıverdi. Dolmuş içerisindeki gerginlikle, hareketli müziğin yanyana gelmesi. 'Nasıl bir senaryo ya düştük ya Rabbi diye' düşündürdü. Evet hayat, absürd komedi ve kontrol ettiğini sandığın kontrol edemediğin şeylerle de dolu. Yeşil ışık yanar ve dolmuşun tıngır mıngır ilerleyişine karşı, genç adam; geniz yakan sivri saçla

Neo Tekfircilere Farklı Bir Bakış Açısı

Malum tekfirci kişiler olarak geçen biri hapiste olmak üzere şuan birinin daha popülerleşmesiyle ilerleyen bir harekatın yaptığı fiiliyatlar hakkında bazı analizler sunmaya gayret edeceğim: Birinci olarak Kur'an'ı Kerim'i meal olarak tavsiye etmeleri ki Türkiye'de yaşayan hemen hemen herkes fark etmiştir ki Kur'an'ı mealen okumak hocaların çoğunluğu tarafından tavsiye edilmez. Meali geçtim tefsir yazarken bile Mehmet Akif Ersoy gibi İstiklal Marşımızın yazarı korkarak yarıda bırakmış . Şimdiki meal üstünden ahkam kesemlerin kulakları çınlasın. Keza Elmalılı Hamdi Yazır'da aynı fikriyatta olduğunu belirtirken/hatta ilk baskı (1935-36) tefsirinde önsöz olarak bunu belirtirken, meal üstünden Kur'an'ı anlama ve yorumlamayı kendilerine hak sananlar acaba kendilerini bu iki nadide insandan daha üstün görmelerinin sebebi nedir acaba? Önsözün daha sonra kaldırılması  ise bambaşka bir konu. Meal meselesi böyleyken arkadaşlar durmadan meal üzerine gitmeleri ay

Fast-Book ile Zihin Obezitasyonu

Çağın insanı fast-food tüketir gibi kitap tüketince "zihin obezitesine" tutuluyor adeta. Maddi ağırlığın benzeri zihinde yaşanan manevi bir ağırlığa çevriliyor. Tabi bu da kendine zarar soyut bir ağırlık oluşturuyor malasef. Bu yüzden bir kitap okunacağı zaman rastgele seçmenin ötesinde bir tavsiye bile yetmiyor artık. Biraz daha öteye taşıyarak neden tavsiye edildiği hakkında derin bir sorgulamadan geçince okunmasını icab ediyor. Zira insan yediği yemeğin etkisinde kalıp adeta midesine atarak  onu hapsetmekten ziyade ona hapsolduğu gibi okuduğu şeyinde mahpusuna dönüyor. Gözle gördüğümüz, kulakla duyduğumuz, burnumuzla kokladığımız ve elle algıladığımız her şeyi hapsettiğimiz gibi, tam tersi şekilde aslında onlara hapsoluyoruz da. Bunların en etkililerinden karar verme mekanizmasının baştacı kitaplar olunca da otobüs yolculuğundaki bir kitap bile önem arz ediyor.  Bu kitap obeziteliğinin iki önemli etkisini konuşmak mümkün; birisi çok okumaktan veya çok yorum ve gözlemekten

Domates Pazarında Silahın Hikayesi

Bir domates yetişir. Pazara çıkar. Satılır. Satılmazsa da çok önemli değildir, aynı şekilde bir telefon üretilir ilk başlarda satılmazsa fiyat indirimiyle satılır. Satılmazsa da çok zarar edilmez. Ama iş silaha gelince herkesin kullanacağı tabancalar değil de tank vs. olursa satılmazsa ne olur? Milyon dolarlar kaybedilmiş oluyor. Ve bu rakam az olmadığı için kimse kaybetmek istemez. Ee o zaman ne yapılması gerekir? Her malın bir pazarı vardır ya orada o mal tüketilir. Silah içinde bir pazar gerçekleştirilir. Ama bu pazar diğerlerinden farklı olacaktır çünkü silah zorunlu bir ihtiyaç değildir ama zorunlu ihtiyaçmış gibi gösterilmeye çalışır. Yoksa satış gerçekleşmez.  Bunun için tacir, müşterisinin birine gider ve diğer müşterisinin sana kin duyduğunu ve sana zarar vermek istediğini söyler. İyi eğitim almamış müşterisi de hemen bu yalana kanar ve ne yapmalıyım diye sorar? Tacir kendini koruman için sana yardım edeceğim diyerek elindeki silahı gösterir ve bunu kullanırsan sana kimse zara

Bolca Nokta Koyalım Ki Kolay Anlaşılsın

 Keşke insan filimlerdeki gibi kolayca ölebilseydi. Bu kadar düşüncelere boğulmadan can simidi gibi ölüme sarılmayı yeğlerdi. Gözlerini karartan karanlık değildi aslında. Onu ürküten ileriyi düşünmenin getirdiği belirsizliğin karanlığıydı sadece. Açık açık imtihandı bu. En koyu direnişti bu. Doğru, dürüst, erdemli olmaya direniyordu insan. Pardon bazıları da olmamaya değil mi?. Oysa kimler kimler kaybetmişti yalana karşı. Sokrattan, Bilal-i Habeşe, Ebu Hanife'den, Bediüzzaman'a hepsi doğruya direndikçe karartmaya çalıştılar yalanlarla. Onlar alevi közledikçe su döktüler. Şimdi ben, külleri kaldırmaya gücüm yetmiyor. Evet, dünya dürüstçe yaşanılacak bir yer değildi kuşkusuz. Hiç bir zamanda olmadı. Kimileri yeni tomurcuklanan bir çiçeğin yaşama sevinci gibi umutluydu oysa. Umut yaşamaktı. Ek olarak yaşamak bir zorundalıktı da. Evet, benim hakkım sükut idi: zira acizim. Bilirim, asarım rağbete şayan değildir. *Münazarat

Her Müslüman Bir Bilaldir

Her Müslüman Bir Bilaldir. Irkçılık İnsanlık Suçudur. Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır. *Malcolm X İnsanlığa ırkçılığın kötü olduğunu anlatan İLK insan Peygamberimiz asm şöyle demişti; “Beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” "İslâm, Câhiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır." İnsanları milletlere ve kavimlere bölüp dillerini ve renklerini farklı kılan Allah’tır. Demek ırkçılıkta gizli olarak Allah’a karşı bir düşmanlık ve husumet vardır. Zira fiili beğenmemek gizli olarak faili beğenmemek demektir. Irkçılık eşittir Allah düşmanlığı desek, mübalağa etmiş olmayız. Zaten ilk ırkçı ne demişti; İblis, “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” dedi. *Sad 76 Peki çözüm; Tarihi olarak İslam medeniyetleri, azınlıklara, Batı’da şu ana kadar elde edilenden daha fazla hoşgörü göstermiş ve daha çok özgürlük sağlamıştır. Özellikle azınlıklara devletin gene

Çarşaf vs Mini Etek

Hayatı boyunca cinsel ilişkiye girmemiş bir erkeğin, çarşaflı birine bakmasıyla; hayatı boyunca cinsel ilişkiye girmiş ama mini etekli birine bakmaması aynı şeydir. İki kişinin arasında zihniyet farkı da yoktur. Burayı biraz açmamız gerekiyor sayın şansölye zira memleket fikir fıtığı yaşamaya görmesin etiketi bastı mı kimse kurtaramaz valla. Ne dedik? Zihniyet olarak iki tarafta maddi tatminkarlık peşindeyse aralarında bir fark yoktur diyoruz aslında. Birisi cinsel arzusunu tatmin etmiş ve onun gerekliliği olan şehvani hissiyatsızlık yaşıyorken, biri de o tatminliği elde etmek yerine bastırmış ve tatmin olmadığından her şeye o gözle bakar olmuş. Sonuç olarak; her iki birey de aynı aslında. İkisi de cinsel tatminlik peşinde ilerliyor. Şöyle olsaydı; cinsel ilişkiye girme fırsatı varken bunu erteleyip şahsi veya toplumsal erdem peşinde koşsaydı, bu kişi diğerinden farklı diyebilirdik. İşin garip tarafı bu kişinin diğerini eleştirmesi veya ayıplaması ama istek ve arzu bakımından aynısı. B