Bir sonbahar günü kurumuş yaprakların, yerçekimine yenildiği vakitlerde kendimi kaldırımlarda buluyorum. Tam iş çıkış vaktine denk gelince insanların hareketleriyle yaprakların haraketleri birbirine karışıyor gözümde. Arabaların birbirleriyle kavga etmeden ışıklarda durup sabretmeleri ise çabası, uzun bir salıncak gibi hareketleşen otobüslerin içleri yavaştan doluyor. Kimileri yorgunluğun ilk uykusunu camlara feda ederken hiç iyi bir yastık olmayan camlardan görüyorum onları. Duraklarda, sigaranın aşkına kurban olmuş dudakların yol göstermesiyle dağılıyor dumanlar. Dumanlar, yapraklara inat göğe en tepeye gidiyor, kimi yerde kaybolurken kimisi gökte kayboluyor. Ağaçlar sözleşiyor beş altı ay sonrası için yapraklarla görüşmek için. Bu arada herkes bir görevi tamamlamanın tatminkarlığı ve yorgunluğuyla bir yerlere kaçıyor adeta. O arada aklıma bir düşünce takılıyor, insanlığa dair. Ya şöyle olsaydı, dünya nasıl olurdu diyorum; dünyada açlık sorunu kalkmış, gelir adil olarak dağılmış, te
Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır. (Şualar 104.sh)